SON SAYI : Amme İdaresi Dergisi
SAYI : 55
TARİH : 2022
2002 genel seçimleri, mevcut partilerin tümünün büyük ölçüde zayıflamasına yol açmıştır ve Türk politikası için bir dönüm noktası olma niteliği kazanmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra Türkiye'yi yeni bir dönüşüm sürecine sok-muştur. Terazinin diğer kefesinde ise seçimlerden nispeten başarıyla çıkan tek muhale-fet partisi vardır: CHP. İzleyen on yıl içinde partiler arası güç dengesinde bir değişim gerçekleşmemiştir. Bu makale, 1950'lerden bu yana CHP'nin seçim ortamını birikimli düzeyde (aggregate level) analiz ederek, partinin ve merkez solun politik dinamiklerini incelemekte ve bu yolla bir çok bilimsel yayında ortaya atılmış savların geçerliliğini is-tatistiksel regresyon analizleriyle test etmektedir. Ayrıca makalede, günümüzde geçerli olan egemen iki partili modelin yeniden tasarımlanmasına ilişkin sorulara yanıtlar aranmaktadır.
MAKALELER
Nasyonal Sosyalizmde Yönetim Bilimi
Köklü bir geçmişe sahip Alman yönetim bilimi, 19. yüzyılın sonundan itibaren yönet-sel alanı idare hukukuna terk etmek zorunda kalmıştır. Bunun en önemli nedeni yükselen burjuvazinin, devlet gücüne ortak olmak amacıyla anayasanın varlığında parlamento, yokluğunda ise hukuk devleti anlayışından yararlanmasıdır. Ancak Nasyonal Sosyalizmin (NS) iktidarı ele geçirmesiyle birlikte idare hukukunun egemenliği kesintiye uğramıştır. Dolayısıyla NS iktidarında yönetim bilimi geleneğine dönüldüğü iddia edilmektedir. Bu çerçevede çalışmada ilk olarak Weimar döneminde yönetim alanına egemen olan idare hukukunun, NS rejiminde reddedildiği ve NS iktidarının nasyonal sosyalist toplumu kur-mak için yeni bir yönetim bilgisine ihtiyaç duyduğu ortaya konacaktır. Ardından bu ihti-yaç için eski Alman yönetim bilimi geleneğine başvurulduğu, ancak NS rejiminin bu ge-leneği ideolojik çıkarları için kötüye kullandığı gösterilecektir. NS iktidarındaki yönetim bilimi ideolojik bir araçtır ve eski yönetim bilimi geleneğinin karşıtıdır. İdare hukuku da NS döneminde geçici süreyle yönetim alanından uzaklaştırılmıştır. Çalışmanın temel tezi, NS döneminin, yönetim bilimi incelemeleri kapsamında ayrıksı ve geçici bir dönem olarak görülebileceği ve NS yönetim biliminin, eski Alman yönetim bilimi geleneğinden tümüyle farklı olduğudur.
-
Yazarlar : İsmail Bahadır TURAN
Sayfa No : 22
Anahtar Kelimeler : Y ö n e t i m B i l i m i , N a s y o n a l S o s y a l i z m , İ d a r e H u k u k u , A l m a n İ d e a l i s t F e l s e f e s i , F i c h t e .
1980 Sonrasında Alman Parti Sistemi: Siyasal Parçalanma Çağı
Federal Almanya II. Dünya Savaşı sonrasından 1980?lere kadar oldukça istikrarlı bir parti sistemine sahip olmuş ve iki buçuk partili sistemin tipik bir örneği olarak kabul edilmiştir. Ne var ki, son otuz yılda parti sistemindeki parçalanma hızlı bir şekilde art-mıştır. Siyasi istikrar, toplumsal mutabakat ve merkezcil rekabetle betimlenen dönem sona ermiştir. Giderek artan parçalanma, kutuplaşma ve seçimsel oynaklık Alman parti sisteminin temel özellikleri haline gelmektedir. Bundestag içerisindeki orta ve küçük öl-çekli partilerin ağırlığı gitgide artmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal ve siyasal açıdan Volksparteien miadını doldurmuş gözükmektedir. Bu vaka çalışması Alman parti siste-mini artan siyasal parçalanma bağlamında ele almaktadır. Çalışma, parti sistemini iki farklı döneme ayırarak incelemekte ve yeniden birleşmenin etkilerini tartışmaktadır. Sa-vaş sonrasında ortaya çıkan istikrarlı yapıyı Volksparteien ile ilişkilendiren makale parti sisteminin 1980 sonrasında geçirdiği dönüşümü anlamaya çalışmaktadır. Bu makale, Yeşiller, PDS/Sol Parti ve AfD gibi yeni partilerin performansının ve CDU/CSU ile SPD?yi ayakta tutan geleneksel sosyo-kültürel çevrelerdeki çözülmenin Alman parti sis-temindeki siyasal parçalanmayı arttırdığını öne sürmektedir.
-
Yazarlar : Mustafa BÖLÜKBAŞI
Sayfa No : 21
Anahtar Kelimeler : A l m a n p a r t i s i s t e m i , s i y a s a l p a r ç a l a n m a , V o l k s p a r t e i , y e n i d e n b i r l e ş m e , e t k i l i p a r t i s a y ı s ı
Politika mı Felsefe mi? Arendt ve Strauss Üzerinden Bir Gerilimi Okumak
Politika felsefesi, yalnızca politik topluluğun hangi ilkeler etrafında istikrarlı ve barışçıl bir yaşam sürdürebileceğinin araştırılması değildir. Politika felsefesi, aynı za-manda felsefi hakikat ile politik dünyaya ait kanaatler arasındaki uzlaşının veya dengenin nasıl sağlanacağı problemi üzerine de kuruludur. Bu problemin çözümü, felsefe ile poli-tika arasındaki ihtilafın kaynaklarına dönmeyi zorunlu kılar. Arendt ve Strauss açısından bu meselenin doğuşu Sokrates?in yargılanmasıdır ve buradan hareketle politik-felsefi problem ya da felsefe ve politika arasındaki gerilim, Sokrates?in konumunu tahlil etmekle başlayabilir. Yaşamları boyunca hemen hemen aynı entelektüel kaynaklardan beslenmiş ve benzer yazgıya sahip olmalarına rağmen, Arendt ve Strauss arasında derin farklılıklar da mevcuttur. Bu farklılıklar, politika felsefesine içkin felsefe ve politika ikiliğinin niçin kolaylıkla aşılamaz olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu çalışma, politika felsefesini, Arendt ve Strauss nezdinde temsil edilen iki farklı yaklaşım arasındaki uzlaşmazlıklar bağlamında ele almayı amaçlamaktadır.
-
Yazarlar : Efe BAŞTÜRK
Sayfa No : 30
Anahtar Kelimeler : A r e n d t , S t r a u s s , S o k r a t e s , P o l i t i k a F e l s e f e s i
Modern Toplumlarda Belirsizlik, Risk ve Yeni İhtiyatlılık
İleri sanayi toplumları belirsizlik ve güvencesizlikle betimlenmektedir. Bu belirsizlik ve güvencesizliği, risk kavramının kullanımındaki artışta gözlemlemek mümkündür. Kişi-lerin gündelik hayatı, iş yaşamı, sağlık durumları, gelecekleri ve hatta yaşadıkları ekolo-jik sistem risk kavramı çerçevesinde tanımlanmaktadır. Kişilerden, gündelik hayatlarında karşılaşacağı riskleri öngörmeleri, geleceklerini bu riskleri bilerek, tanımlayarak ve göze alarak kurmaları ve hatta olası risklerle bireysel çabalarıyla baş etmeleri beklenmekte-dir. Çağdaş yönetim tekniklerinin bireyleri sorumlulaştırıcı etkisi yaşamın her alanında hissedilmektedir. Toplum sözleşmesi teorisyenlerinin vurguladığı ve ulus-devletlerin var-lık sebebi olarak yorumlanabilecek olan güvenlik, ileri sanayi toplumlarında bireyselleş-tirilmiştir. Güvenlik, risk yönetimi halini almış ve risklerin yönetimi bireylerin sorumlu-luğuna bırakılmıştır. Bu çalışma, yeni ihtiyatlılık olarak tanımlanan bu yeni durumu ve özneyi konu almıştır. Neoliberalizmin yaygın akılsallık haline geldiği Batı toplumlarında, toplum sözleşmesinin bazı unsurları rafa kaldırılmış, bunun yerine bireyler, ekonomik sözleşmelerin tarafı haline gelmiştir. En iyi ihtimalle gönüllü olarak bir araya gelmiş toplulukların birer parçası olan bireyler, sosyal yurttaşlık haklarından ve sosyal hizmet-lerden mahrum kalmış, bu hakları ve hizmetleri bireysel çabalarıyla elde etmek zorunda bırakılmışlardır. Çalışma, toplumun, toplumsalın ve bireyin dönüşümünü refah politika-ları ve neoliberalizm çerçevesinde incelemiştir.
-
Yazarlar : Ayça Berna GÖRMEZ
Sayfa No : 26
Anahtar Kelimeler : M o d e r n i z m , r i s k , r e f a h p o l i t i k a l a r ı , n e o l i b e r a l i z m , y e n i i h t i y a t l ı l ı k .