SON SAYI : Amme İdaresi Dergisi
SAYI : 4
TARİH : 2024-12-24
İnsan onuru insan haklarının temel dinamiğini oluşturmaktadır. İnsan hakları ise öncelikle devlet erklerinin yapısal şartlarının hak temelli bir yaklaşımla yetki ve etkiye bağlanmasını ifade eder. Tam burada ise özellikle hukuk devleti devreye girer. Hukuk devletinin gerek şeklî gerek maddi anlamıyla insan onurunu korumaya yönelik olması, kavramın önemini ortaya koymaktadır. Bu sayede özellikle yasama organının hukuk ihdas etme biçimi olan kanun koymasında hukukun üstünlüğünün ve insan onurunun temel motivasyonunu dikkate alması gerekmektedir. Ancak bu şartlarda kaliteli kanun ihdas edilebilir. Kanunun kalitesinin tespitinde ise Anayasa Mahkemesi önemli rol oynamaktadır. Peki, hak temelli yorumunda Anayasa Mahkemesi kanunun kalitesini, bir diğer deyişle kanunilik testini ne şekilde uygulamaktadır? İşte bu perspektifle çalışmamızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı da dikkate alınarak, Anayasa Mahkemesinin hukukilik denetiminin en önemli ölçütlerinden olan kanunilik ilkesi incelenmektedir.
MAKALELER
Anayasa Mahkemesi İçtihadında ‘Kanunilik’ Kriterinin Uygulanması Üzerine Bir İnceleme
İnsan onuru insan haklarının temel dinamiğini oluşturmaktadır. İnsan hakları ise öncelikle devlet erklerinin yapısal şartlarının hak temelli bir yaklaşımla yetki ve etkiye bağlanmasını ifade eder. Tam burada ise özellikle hukuk devleti devreye girer. Hukuk devletinin gerek şeklî gerek maddi anlamıyla insan onurunu korumaya yönelik olması, kavramın önemini ortaya koymaktadır. Bu sayede özellikle yasama organının hukuk ihdas etme biçimi olan kanun koymasında hukukun üstünlüğünün ve insan onurunun temel motivasyonunu dikkate alması gerekmektedir. Ancak bu şartlarda kaliteli kanun ihdas edilebilir. Kanunun kalitesinin tespitinde ise Anayasa Mahkemesi önemli rol oynamaktadır. Peki, hak temelli yorumunda Anayasa Mahkemesi kanunun kalitesini, bir diğer deyişle kanunilik testini ne şekilde uygulamaktadır? İşte bu perspektifle çalışmamızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı da dikkate alınarak, Anayasa Mahkemesinin hukukilik denetiminin en önemli ölçütlerinden olan kanunilik ilkesi incelenmektedir.
-
Yazarlar : Ömer KESKİNSOY, Semih Batur KAYA, Hande Seher DEMİR
Sayfa No : 1-34
Anahtar Kelimeler : İ n s a n H a k l a r ı , H a k T e m e l l i H u k u k , H u k u k D e v l e t i , K a n u n i l i k Ö l ç ü t ü , A n a y a s a M a h k e m e s i
Kullanılmayan Mekânlar Üzerine Bir Kavram Tartışması: Kıbrıs Maraş Bölgesi Örneği
“Mekân” kavramı, tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlar barındırmış, bazen soyut bazen de somut bir yapıyı temsil etmiştir. Mekân, insan var olduğu müddetçe anlamlandırılabilir. Mekânı tanımlamaya yönelik genel kabul gören açıklamalara karşın, bu yazıda tartışmak istediğimiz konu, insanların yaşamadıkları, terk ettikleri ya da terk etmek zorunda kaldıkları kullanılmayan mekânlara ilişkin olarak kavramsal çerçevemizin nasıl inşa edileceği ya da inşa edilmesi gerektiğidir. Bu çalışmada mekân kavramı, insanların yaşamadıkları, üretim faaliyetleri göstermedikleri alanlarda yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır. Mekân kavramı tartışmalarında önemli bir yer tutan zaman ve mekân karşılaştırmasını Kıbrıs’ta özellikle savaş sonrası göç dönemlerinde görebilmek mümkündür. Bu dönem içerisinde savaşın izlerini taşıyan ve özellikle ara bölgelerde kalan mekânlar kullanılmayan mekânlar durumuna gelmiştir. Üzerinde hiçbir insan faaliyeti bulunmayan bu mekânlar yıkık dökük, ölü bir mekân olarak durmaktadır. Bu mekânlar genellikle üzerinde mülkiyet sorunu ve tartışmaları bulunan mekânlardır ve bazen küçük bir köy, bazen bir kilise, bazen de bir vakıf malı olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna örnek olarak siyasal sorunlardan ötürü kullanılamayan Maraş bölgesi verilebilir. Sonuç olarak, daha önce literatürde yer alan mekân kavramlarının haricinde yeni bir kavramsallaştırma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Çalışmada, “Hayal Mekân” kavramı bu gereksinmeden hareketle geliştirilmiştir. “Bir gün kullanılacağı ümit edilen” mekânlar düşünülerek ortaya atılmıştır. Mekân öznesi, insan-devlet ve sermaye üçlüsünün denetimi olmadan da ‘hayal mekânlar’ olarak zihinlerde yeniden üretilebilmekte, yaşamaya devam edebilmektedir.
-
Yazarlar : Deniz İŞÇİOĞLU
Sayfa No : 35-48
Anahtar Kelimeler : M e k â n , M a r a ş , K u z e y K ı b r ı s , H a y a l M e k â n
John Locke’un Siyaset Felsefesinde Moralitenin Modern-Seküler Dönüşümü
Bir Aydınlanma filozofu olan John Locke’un politika, din, moralite hakkındaki görüşleriyle sekülerleşme fikri arasında derin bir bağlantı vardır. Düşünürün bu alanlarla ve özellikle sekülerleşmeyle ilgili düşünceleri hala güncelliğini korumaktadır; ancak bu görüşler aynı zamanda farklı Locke okumalarının da çıkış noktasıdır. Bu bağlamda Locke hakkında iki farklı okuma tarzı olduğunu ayırt etmek mümkündür. Bir yanda Locke’un eserlerindeki dinsel unsurları ve dinsel dili ikincil olarak değerlendiren ve buna göre söz konusu metinleri seküler bir tarzda değerlendiren George Kateb tarzı okumalar; diğer yanda tam da bu dinsel dili, dolayısıyla teolojik yaklaşımı merkeze alan ve bu onu toplumsal uzlaşmanın temel bir unsuru olarak değerlendiren Micah Schwartzman tarzı okumalar mevcuttur. Bu çalışma söz konusu iki okuma tarzını Locke’un eserleri üzerinden karşılaştırmalı olarak değerlendirerek Locke’un yazılarında kullandığı dinsel terminolojiye rağmen aslında son derece özgün ve seküler bir ahlak anlayışı geliştirdiğini göstermektedir. Böylece Locke, teolojiden hareket etmesine rağmen, bireye özerklik tanıyan seküler bir ahlak anlayışı geliştirerek dinselliği özel alanla sınırlandırır. Dolayısıyla Locke bireye kendi özerkliğini deneyimleyecek bir politik alan yaratır ve bu da Locke felsefesinin modern ve özgün yanını oluşturur.
-
Yazarlar : Hüseyin Ekrem ULUS
Sayfa No : 49-72
Anahtar Kelimeler : L o c k e , M o r a l i t e , D i n , S e k ü l e r A h l a k , H o ş g ö r ü , S e k ü l e r i z m
‘Devrim Anayasası’ Taslağı Işığında 9 Mart Hareketinin Siyasal ve İdeolojik Görünümleri
Yarı-askeri’ bir dönemin başlangıcı olarak 12 Mart üzerinde sıklıkla durulan bir tarihtir. Ancak 12 Mart 1971 tarihine gösterilen hassasiyet, literatürde 9 Mart 1971 tarihine karşı gösterilmemektedir. Oysa 12 Mart öncesinde, 12 Mart’taki darbeyi ertelenemez kılan bir askeri müdahale teşebbüsü daha olduğu bilinmektedir. ‘Darbe içinde darbe’ olarak da yorumlanabilen 12 Mart’ın tarihsel anlamı, siyasal ve ideolojik karşıtıyla birlikte düşünüldüğünde belirginleştirilebilir. Bu anlamda makale, 9 Mart üzerindeki sis perdesini dağıtabilmek gayesiyle 9 Mart hareketinin siyasal ve ideolojik karakterini sorunsallaştırmaktadır. 9 Martçı girişimde, askeri müdahale sonrasına yön verecek çeşitli planlamalar yapıldığı görülmektedir. Öyle ki, bu hazırlıklar bir anayasa taslağı şeklinde cisimleşmektedir. Makale, 9 Mart’a ilişkin az sayıdaki çalışma içinde de kısmen karanlıkta kalan ‘Devrim Anayasası’ adı verilen doküman ışığında 9 Mart’ın karakteristiğini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu itibarla anayasa taslağında somutlaşan veriler çerçevesinde 9 Martçı hareketin siyasal-ideolojik görünümlerini ve bu görünümlerin teorik dayanaklarını tartışmaktadır. Anayasa taslağının Lasalcı bir perspektifi yansıttığı savına yaslanan makalede, tartışmalar yürütülürken klasik bir doküman analizinin ötesine geçilerek taslağın arka planı da dikkate alınmaktadır. Lassalle-Marx karşıtlığının, makalede güdülen amaca ulaşmak için işlevsel olabileceği varsayımından hareketle, tartışmalar özellikle Lasalcılık-Marksizm gerilimi eksenine yerleştirilmektedir. 9 Mart hareketini konumlandırma çabasında Birinci Enternasyonal sürecinin referanslarına başvurulmaktadır. Netice itibarıyla anayasa taslağı ışığında bakıldığında, 9 Mart hareketinde Lasalcı sosyalizme yakın bir karakteristik kendini hissettirmektedir.
-
Yazarlar : Meriç TOKMAK
Sayfa No : 97-130
Anahtar Kelimeler : 9 M a r t 1 9 7 1 , 1 2 M a r t 1 9 7 1 , A s k e r i D a r b e G i r i ş i m i , D e v r i m A n a y a s a s ı T a s l a ğ ı , L a s a l c ı l ı k - M a r k s i z m K a r ş ı t l ı ğ ı
Birinci Umum Müfettişlik Raporlarına Göre Hudut Güvenliği ve Merkezi Yönetim Tarafından Alınan Önlemler (1927-1938)
Türkiye Cumhuriyeti merkeziyetçi bir devlet modelini benimsemiştir. Merkezi yönetim yetki kullanma, karar alma, halkın yönlendirme konusunda hâkim güçtü. Ancak Şeyh Sait İsyanının çıkmasının ardından kamu güvenliğinin sağlanması için halkın beklentilerinin anlaşılması ihtiyacı hissedilmiştir. Bu nedenle 1927 yılında Umumi Müfettişlik sistemi kurulmuş, bu sistem zamanla genişletilmiş ve Türk Siyasi Hayatında 1952 yılına kadar yer almıştır. Birinci Umum Müfettişlik; Diyarbakır merkezli olarak Türkiye’nin Güneydoğu topraklarında kurulmuş, asayiş ve güvenlik odaklı görev yapmıştır. Müfettişler mıntıkada tespit ettikleri sorunları, çözüm önerilerini, istihbarat bilgilerini, asayiş raporlarını düzenli olarak merkezi yönetime iletmişler, bölgenin sesi olmuşlardır. Bu raporların önemli bir kısmı hudut bölgelerinin güvenliği ile ilgilidir. Raporlarda sınır bölgelerinin her iki tarafında yaşanan şekavet, memurların ihmalleri, hayvan hırsızlıkları, zararlı cemiyetlerin çalışmaları kapsamlı şekilde açıklanmıştır. Bu bağlamda bu raporların siyasi, sosyal ve ekonomik olarak incelenmesi, Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde izlediği yolun anlaşılması açısından değerlidir. Merkeze ulaşan raporlara karşı merkezi yönetim tarafından alınan veya alınmayan önlemler, bölge halkının ve ülkenin konumunun daha iyi analiz edilmesini sağlayacaktır. Bu çalışma; dönemin arşiv kaynaklarından, hatıralardan, gazetelerden ve matbu eserlerden faydalanılarak hazırlanmıştır.
-
Yazarlar : Sadiye TUTSAK, Caner YÜCE
Sayfa No : 131-162
Anahtar Kelimeler : S ı n ı r , U m u m m ü f e t t i ş l i k , R a p o r , A s a y i ş , T e d b i r
Türkiye’de Kadın Kooperatifleri ve Kooperatifçilik İlkeleri Paradoksu
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’deki kadın kooperatiflerinin faaliyetlerinin kooperatifçilik ilkeleri temelinde inşa edilip edilmediğini ortaya koymaktadır. Böyle bir incelemenin temel maksadı ise, kooperatifçilik ilkelerinin kadın kooperatifçilik hareketinin başarısı2 üzerindeki etkisini tartışmaya açmaktır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle, kooperatifçilik ilkeleri ve bu ilkelerin ne anlama geldiğine değinilmiş ve Türkiye’de kadın kooperatiflerine ilişkin genel bir değerlendirme yapılmıştır. Sonrasında çalışmanın metodolojisi ve örnek profili açıklanarak bulgulara yer verilmiştir. Araştırma yöntemi olarak nitel araştırma yöntemlerinden biri olan yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılarak 20 kadın girişimi, üretim ve işletme kooperatifinden 70 kadın ortak/çalışan ile görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler kapsamında Türkiye’de kadın kooperatiflerinin topluma karşı sorumlu olma, eğitim-öğretim ve bilgilendirme, gönüllü ve herkese açık üyelik ilkelerinin gereklerini tam anlamıyla yerine getirdikleri görülürken; üyelerin demokratik denetimi, özerklik ve üyelerin ekonomik katılım ilkelerinin ortaklar tarafından tam anlamıyla anlaşılamadığı ya da uygulanamadığı görülmüştür. Türkiye’de kadın kooperatiflerinin kooperatifçilik ilkelerini uygulama bağlamındaki eksikleri kooperatiflerin kadın güçlenmesi üzerindeki olumlu etkilerini zayıflatma ve özellikle kadınların ekonomik ve karar alma süreçlerine katılım anlamında bağımlı olma durumlarını sürdürmelerine neden olmaktadır.
-
Yazarlar : Aslı ŞAHANKAYA ADAR, Saniye DEDEOĞLU, Güneş KURTULUŞ
Sayfa No : 163-196
Anahtar Kelimeler : K o o p e r a t i f ç i l i k i l k e l e r i , K a d ı n k o o p e r a t i f l e r i , S ü r d ü r ü l e b i l i r l i k
Yüksek Sesli Erkeklerden, Dinleyici Kadınlara: Kamu Sektöründe Görevli Kadın Yöneticilerin Mansplaining Görüşleri
Günlük hayatta da karşılaşılan “Mansplaining”, iş hayatında kadının yetkinliği ve bilgisine yönelik önyargılardan hareketle; kadının sözünü kesme, beyanını düzeltme, konuşmayı dinlememe, söz hakkı vermeme gibi kadını susturan bazı davranışlarla ilişkilidir. Kadınlara yöneltilen bu davranışların doğrudan nedenleri ile ilgili olarak ortak bir görüş bulunmamakla birlikte söz konusu davranışları destekleyen unsurların üzerinde biyolojik, psikolojik ve toplumsal etkilerin olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada birinci amaç, varlığı sınırlı sayıdaki araştırma sonuçları tarafından desteklenen ve toplumsal yaşamda örnekleri görülen mansplaining davranışlarını tanımlamak ve erkekler tarafından kadınlara yönelik uygulanan bu davranışların dayandığı muhtelif nedenleri değerlendirmektir. Çalışmanın ikinci amacı, mansplaininge maruz kalan ya da bu davranışlara tanık olan kadın yönetici tarafından bu olgunun nasıl algılandığı ve potansiyel etkilerini; mansplainingi deneyimlememiş kadın yöneticinin ise bu davranışla karşılaşmamasının olası nedenlerinin neler olabileceğini araştırmaktır. Bu kapsamda çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim deseni kullanılmıştır. Veriler, amaçlı örneklemenin bir türü olan ölçüt örneklemeye göre seçilen kamu sektöründe görevli yönetici kadınlardan, yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile elde edilmiş ve çalışma kapsamında mansplainingin bazı sektörlerde daha rahat ve kolay uygulama alanı bulabildiği, ileri derecede veya özel uzmanlık gerektiren; zorlu bir mesleki eğitim sürecine sahip alanlarda ise uygulanmasının güç olduğu tespit edilmiştir.
-
Yazarlar : Gülbahar TÜRKMENOĞLU
Sayfa No : 73-96
Anahtar Kelimeler : M a n s p l a i n i n g , C i n s i y e t r o l ü , K a d ı n y ö n e t i c i , K a m u s e k t ö r ü