SON SAYI : Amme İdaresi Dergisi
SAYI : 3
TARİH : 2025-09-30
Amme İdaresi Dergisi, genel kamu yönetimi, siyaset bilimi, siyaset felsefesi, devlet teorisi, bürokrasi, kamu hukuku, anayasa hukuku ve idare hukuku alanlarından özgün makaleleri kabul etmektedir. Devam eden ya da savunulmuş yüksek lisans ve doktora tezlerinden üretilmiş makaleler ve herhangi bir kongrede sunulmuş (özeti yayımlanmış ya da yayımlanmamış) bildirilerin genişletilmesiyle hazırlanan makaleler kabul edilmemekte ve değerlendirmeye alınmamaktadır. Derginin biçimsel yazım kurallarına uymayan makaleler editöryal incelemeye alınmadan geri çevrilir.
MAKALELER
Aşırı Sağ Toplumsal Hareketler ve Demokrasi
21. yüzyıl başlarında aşırı sağ söylemler siyasi parti ve toplumsal hareket olarak yeniden yükselişe geçmiştir. Bu yükselişle birlikte, 1945 sonrası Avrupa’sında aşırı sağın yeniden iktidar veya etkili olmasını engellemek, aşırı sağ tehdidinden arındırılmış bir demokratik düzene geçmek amacıyla uygulanan ve demokrasinin demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi anti-demokratik yöntemlerle savunulabileceği anlamına gelen “militan demokrasi” tartışmaları yeniden gündeme gelmiştir. Demokrasi karşıtı düşünce ve yöntemleri nedeniyle geçmişte militan demokrasi yöntemleriyle yasaklanan aşırı sağın günümüzde toplumsal hareketler olarak ortaya çıkması, aşırı sağı anlama, değerlendirme ve aşırı sağ karşısında demokrasiyi koruma bakımından kritik bir dizi tartışmayı tetiklemektedir. Eski/geçmiş ve yeni/güncel aşırı sağ ne derece örtüşmektedir? Aralarındaki ilişki popülizm kavramsallaştırmasının iddia ettiği gibi bir kopuş ilişkisi midir? Aşırı sağ toplumsal hareketlerin varlığı, toplumsal hareketlerin demokratikleştirici olduğunu iddia eden toplumsal hareket teorilerinin ve yeniden önleyici bir tedbir olarak tartışılan militan demokrasinin geçerliliğini nasıl etkilemektedir? Bu çalışmada, eskisiyle bir süreklilik içinde değerlendirilmesi gereken günümüz aşırı sağının demokrasinin altını oyan neoliberalizmle uyum içinde olduğu ve onu yeniden ürettiği; aşırı sağ karşısında demokrasiyi savunmanın ve korumanın geçerli yolunun militan demokrasi tedbirlerini tekrar etmekten ziyade demokrasiyi yeniden düşünmekten geçtiği iddia edilmektedir.
-
Yazarlar : Reyhan ÜNAL
Sayfa No : 499-522
Anahtar Kelimeler : T o p l u m s a l H a r e k e t l e r , A ş ı r ı S a ğ , M i l i t a n D e m o k r a s i , N e o l i b e r a l i z m , P o p ü l i z m
Erken Cumhuriyet Döneminde Bir Devlet Görevlisinin Safahatı: Naci Kâşif Kıcıman
Erken Cumhuriyet döneminde milli kimliği yeniden inşa etmeye çalışan yönetici elit, bir yandan yeni yönetim şeklini pekiştirmeye çalışırken bir yandan da Osmanlı Devleti’nden gelen sistem içerisinde köhne, kalıplaşmış ve iş göremez hale gelen teşkilatlanmaları yeniden ele alarak modern bir yapıya kavuşturmayı amaçlamıştır. Sistem içerisinde Osmanlı Devleti’nden devralınan hantal bir yapıya sahip olan taşra yönetimi de reforma tabii tutulmuştur. Taşra yönetiminin dayanağı olan 1864 tarihli “Vilayet Nizamnamesi” ve 1913 tarihli “İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu Muvakkatı” üzerinde 1929 ve 1949 yıllarında yapılan düzenlemelerle il idare sistemi yeniden inşa edilmiştir. Elit kadro, askeri, ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerle il idare sistemini yeniden düzenlemiş, bu süreçte ulus devlet anlayışına uygun bir yapı oluştururken aynı zamanda rasyonel bir mülki idare yönetimi kurmuştur. İller özel bir statüye kavuşurken ilin en büyük mülki amiri olan valiler de erken Cumhuriyet döneminde milli kimliği inşa etmeye, reformları pekiştirmeye ve halkın huzur ve güvenliğini demokratik ve laik bir düzene uygun olarak sağlamaya çalışmışlardır. Bu çalışmada döneme tanıklık eden asker, bürokrat, vali ve anı yazarı olan Naci Kıcıman’ın hayatı ve faaliyetleri üzerine değerlendirme yapılmaktadır. Askerlik hariç 25 yıllık memuriyet hayatında eski ve yeni düzen karşısında geçmiş ve gelecek arasında köprü kurabilen ve eserleriyle rehberlik yapan Kıcıman’ın mülki idare yönetimindeki yeri incelenecektir.
-
Yazarlar : Tekin AVANER, Vahide ÇETİN
Sayfa No : 523-544
Anahtar Kelimeler : E r k e n C u m h u r i y e t d ö n e m i , m ü l k i i d a r e y ö n e t i m i , v a l i , N a c i K â ş i f K ı c ı m a n
Liberal Özgürlük Düşüncesinin Tek Boyutlu Okuması: Locke ve Constant Üzerinden Neo-Roma Cumhuriyetçiliğine Bir Eleştiri
Philip Pettit, Quentin Skinner ve Maurizio Viroli gibi neo-Roma cumhuriyetçiliğinin önde gelen düşünürleri, klasikleşmiş negatif ve pozitif özgürlük ayrımını sorgulayarak, cumhuriyetçi olarak adlandırılan üçüncü bir özgürlük türü olduğunu savunurlar. Bu düşünürler, müdahalesizlik olarak negatif özgürlüğe alternatif olarak “tahakkümsüzlük” ya da “bağımlılık yokluğu” olarak özgürlük kavramını önerirler. Müdahalesizlik ve tahakkümsüzlük olarak özgürlük kavramlarının sırasıyla liberal ve cumhuriyetçi özgürlüğe tekabül ettiğini savunarak, liberal ve cumhuriyetçi özgürlüğü karşı karşıya getirirler. Bu düşünürlerin liberalizmi müdahalesizlikle özdeşleştiren indirgemeci okuması hem liberal özgürlük düşüncesinin içsel çoğulluğunu hem de liberalizmin bazı versiyonları ile neo-Roma cumhuriyetçiliğinin özgürlük tanımı arasındaki güçlü teorik bağları göz ardı eder. Bu makale, tahakkümsüzlük ile müdahalesizlik olarak özgürlük arasında teorik düzeyde dikkate değer farklar bulunduğunu ama bu farkların zorunlu olarak liberal ve cumhuriyetçi özgürlük karşıtlığına tekabül etmediğini savunur. John Locke ve Benjamin Constant gibi bazı klasik liberal düşünürler, özgürlüğü müdahalesizlik olarak değil, bireyin keyfi tahakküme karşı hukuki ve kurumsal güvencelerle korunması olarak tanımlayarak tahakkümsüzlük ilkesiyle örtüşen bir özgürlük anlayışı sunarlar.
-
Yazarlar : Adem ÇELİK, Metehan KARAKURT
Sayfa No : 387-408
Anahtar Kelimeler : N e o - R o m a C u m h u r i y e t ç i l i ğ i , L i b e r a l i z m , M ü d a h a l e s i z l i k , T a h a k k ü m s ü z l ü k , Ö z g ü r l ü k
Post-New Public Management in Personnel Management: Rethinking the Roles of Public Employees in The Public Sector
20. yüzyılın sonlarında kamu sektörü reformlarına hâkim olan Yeni Kamu İşletmeciliği (YKİ) paradigması, verimliliği, piyasa odaklı uygulamaları ve yöneticiliği vurgulamaktadır. YKİ, performans ölçümü ve müşteri hizmetleri yönelimi gibi önemli kavramları ortaya koyarken, sınırlamaları giderek daha belirgin hale gelmiştir. Bu yaklaşımı eleştirenler, YKİ'nin verimliliğe odaklanmasının genellikle kamu kuruluşları içinde parçalanmaya yol açtığını, işbirliğini zayıflattığını ve kamu yönetiminin insani yönünü azalttığını savunmaktadır. Bu, işbirliğini, güveni ve kamu hizmetinin içsel değerini vurgulayarak bu eksiklikleri gidermeyi amaçlayan Post-Yeni Kamu İşletmeciliği (post-YKİ) yaklaşımlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çalışmada, kamu sektöründeki personel yönetimine ilişkin post-YKİ bakış açısını, kamu çalışanlarının değişen rollerine odaklanarak incelenmektedir. Post-YKİ çerçevenin, odağı katı yönetimsel kontrolden çalışanları güçlendirmeye, inovasyonu teşvik etmeye ve kamu değerini artırmaya kaydırdığını savunmaktadır. Yatay koordinasyon ve kurumlar arası işbirliğine öncelik vererek, post-YKİ kamu çalışanlarının uzmanlığından yararlanan daha bütünleşik bir yönetişim yaklaşımının önemini kabul etmektedir. Bu dönüşüm yalnızca çalışan katılımını artırmakla kalmaz, aynı zamanda vatandaşlar için hizmet sunumu sonuçlarını da iyileştirmektedir. Sonuç olarak, bu çalışma personel yönetiminde gelecekteki araştırma ve uygulamalar için post-YKİ yaklaşımlarının benimsemenin etkilerini vurgulamaktadır. Kamu çalışanlarını etkili yönetişim ve hizmet sunumuna temel katkıda bulunanlar olarak değerlendiren ve nihayetinde daha duyarlı ve hesap verebilir bir kamu sektörüne yol açan bir paradigma değişimine olan ihtiyacın altını çizmektedir.
-
Yazarlar : Adnan KARATAŞ
Sayfa No : 409-440
Anahtar Kelimeler : Y e n i K a m u İ ş l e t m e c i l i ğ i , P o s t - Y e n i K a m u İ ş l e t m e c i l i ğ i , P e r s o n e l Y ö n e t i m i , K a m u Ç a l ı ş a n l a r ı
Teori ve Pratik Arasında: Liberal Demokrasilerde Halkın Sınırı ve Aidiyet
Liberal-demokratik normatif siyaset teorisinde ortak siyasî sözleşme ile aynı siyasî birimin üyesi olan bireyler grubunun kimlerden oluşacağı, yani halkın sınırının ve aidiyet bağının neye göre oluşacağı konusunda bir boşluk bulunmaktadır. Teorinin evrenselliği ile pratiğin zorunlu tikelliği bu boşluğu görünür kılmaktadır. Teorideki bu boşluk siyasî milliyetçilik ile doldurulmaya çalışılmıştır. Ne var ki, siyasî millet kimliği bu boşluğu doldurmak için yeterince doygun ve hacimli olmadığından, pratikte “kötü huylu” kardeş olarak görülen etno-kültürel milliyetçilik sık sık yardıma çağrılmıştır. Ortak aidiyet bağı oluşturmada etno-kültürel unsurlara başvurulmuş olması, teori ile karşıtlık oluşturmasının yansıra sistemin çöküşüne de yol açacak ciddi bir potansiyel tehdit oluşturduğundan, adeta görmezden gelinmiştir. Siyasî ve etno-kültürel milliyetçilik arasında kurulan düalizmi, bir yandan teorideki boşluğu kapatmanın, diğer yandan pratikteki gerçeğin üstünü örtmenin bir yoluna dönüşmüştür. Bu gerçeği görmek, liberal-demokratik teoriyi ve liberal demokratik rejimleri değersiz ve anlamsız kılmaz. Bu durumun farkındalığı sayesinde konuyu daha doğru ele almak ve otoriter yaklaşımlar karşısında liberal demokratik sistem sigortaları üzerine düşünmek için bize fırsat verir.
-
Yazarlar : Cennet USLU
Sayfa No : 441-468
Anahtar Kelimeler : L i b e r a l i z m , M i l l i y e t ç i l i k , O r t a k K i m l i k , O r t a k A i d i y e t , H a l k ı n S ı n ı r ı
Yönetime Yakınlık Uyandırmak mı, Yönetimi Kişiselleştirmek mi? Sultan II. Abdülhamid Döneminde Marûzât-ı Rikâbiye İdaresi
Osmanlı İmparatorluğu’nda halkın padişaha doğrudan ulaşılabilmesi, dilekçe sunabilmesi yerleşmiş bir gelenekti. Halkın dilek ve şikâyetlerini hükümdara ulaştırmasının en kestirme yolu padişahın saray dışına çıktığı zamanlardı. II. Meşrutiyet’e kadarki dönemde her hafta yapılan cuma selamlıkları dışında surre alayları, padişahların bayram alayları, kılıç kuşanma alayları, kısa gezintiler (biniş-i hümâyun) ve özellikle 19. yüzyılda gerçekleştirilen memleket gezileri dilekçe vermek için kaçırılmaz fırsatlar sunmaktaydı. Böyle zamanlarda halkın dilekçeleri özel görevliler tarafından padişaha iletilmek üzere toplanırdı. Bu dilekçelerin sistematik bir şekilde incelenmesi, ilgili nezaretlere gönderilmesi ve cevaplandırılması amacıyla II. Abdülhamid döneminde Marûzât-ı Rikâbiye Dairesi/İdaresi kuruldu. Bu daire bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) benzetilebilir. Araştırmada Sultan II. Abdülhamid’e sunulan ve Rikâbiye İdaresi tarafından değerlendirilen bu arzuhâllerin analizleri yapılarak halkın ne yönde taleplerinin bulunduğu Osmanlı arşiv belgeleri ışığında irdelendi. Keza Osmanlı yönetiminin söz konusu arzuhâllerdeki talepleri ne ölçüde yerine getirdiği veya dikkate alıp almadığı değerlendirildi
-
Yazarlar : Gürsoy ŞAHİN
Sayfa No : 469-498
Anahtar Kelimeler : O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u , I I . A b d ü l h a m i d , a r z u h â l , m a r û z â t - ı r i k â b i y e .